Zaman Eriyor!

Hiç Belleğin Azmi’nin sonsuzluğu tarafından yutulma tehlikesi geçirdiniz mi?

Belleğin Azmi (1931)

Canlı bir kırmızı ve hipnoz becerisi güçlü bir sarı yerine, soluk renklerle tasvir edilmiş bir Port Lligat manzarasının; arka plandaki gün batımından yayılan ışık hüzmesiyle aydınlanışını seyrediyoruz. Hayır, bu kesinlikle Dalí’yi tatmin edecek bir tablo değil. Bu yüzden bu tabloyu tamamlayamıyor. Ve bir gün, yaz sıcağında eriyen Camembert peynirinde ilginç bir şeyler bulmuş olmasa kuşkusuz onu bu denli incelemeyeceğini, belki de tabloyu bitiremeyeceğini biliyoruz.

Halüsinasyon, Dalí ismiyle oldukça bağdaşan bir kelime. Peyniri o kadar çok inceliyor ki gördüğü halüsinasyonları tablosuna ekleme kararı alıyor ve ortaya “Belleğin Azmi” çıkıyor. Tablonun dijital ortamla sağlanan ışıklandırmasının arttırılmamış hâlini incelediğimde bunun gün doğumu mu, gün batımı mı olduğuna karar vermem epey zor. Tablo, Einstein’ın görelilik kuramıyla çalkalanan bir döneme ait: Zaman ve mekânın birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini ve bir bütün olduğunu -elbette bundan fazlası var- savunur.

Şu tabloya baktığınızda Dalí’nin bu tanımdan hiç hoşlanmamış olduğunu görebiliyorsunuz. Gündüz ve gece kavramını yitirdiğiniz, saatlerin ve saniyelerin sizin için anlamını yitirdiği bir kumsaldasınız. Mekân ve zaman birbirine uymuyor çünkü şimdiyi mi, geçmişi mi, yoksa geleceği mi gördüğünü kavrayamıyorsunuz. Hatta, biraz ileri gidip cüretkâr davranarak buradaki iki farklı ışık kaynağının da (belki) güneş olduğunu bile söyleyebilirim; bir tanesi ufukta çoktan batmış olan, diğeriyse ardından tablonun arkasında bir yerlerde tekrar doğmakta olan… Işığın aydınlattığı noktalara, gölgelerin düşme açısına ve ufukta kaybolan aydınlığa bir bakın: Zaman eriyor!

Tablo ortasında duran kayalık, kirpiklerini seçebildiğimiz bir canavar -tasvir edilen şeyin ne olduğu konusunda dâhimiz gizemli olmayı ve açıklamamayı tercih ediyor- benim için gözlerini kapatmış Dalí’den başkası değil. Halüsinasyon esnasında yitirdiği zaman ve mekân olgusunu aktarmaya çalışıyor.

Erimekte olan saatler, zamanın kumsaldan bağımsız bir biçimde eridiğini, gerçeklik ve sonsuzluğun birlikte bulunduğu bir kumsalda ne kadar bozulmaya eğilimli olduğunu isyankâr bir tavırla dile getiriyor. Zamanın ne kadar dirençsiz olduğunu vurguluyor.

Sineğin ölümü, turuncu saatin üstündeki karıncaların ise kadın üreme organını ve çalışkanlığını temsil ettiği söyleniyor. Ben kadın üreme organını hem Dalí’nin cinsellik tutumu, hem de doğum temsili olarak kabul etmek istiyorum ve ölümle yaşamın bir arada olduğu bu mekânda Dalí’nin bu kavramlardan kopabildiğini söylemek istiyorum. Çünkü halüsinasyonuyla bütün bu kavramlar çürüyüp gidiyor. Bu anlamda, zamanın zihnine bağlı olduğunu ve subjektif olabildiğini vurguladıysa Bergson felsefesinden etkilenmiş olması güçlü bir ihtimal dâhilinde.

Tablodaki kurumuş zeytin ağacı, Dalí’nin huzurunun kaçtığını ve zamanla çürüyüp yok olduğunu temsil ediyor olabilir. Halüsinasyonlarını yaratıcılığının bir parçası hâline getiren ve gerçeklik algısını yitirmiş birisi, belirsizliğin denizinde süzülüyorken huzursuz hissedebilir. Öte yandan “dâhi” diye nitelendirdiğimiz herhangi bir insanın huzura kavuşabildiğini sanmak gülünç kaçardı. Dehalarının bedeli, aydınlığa kavuşurken karşılaştıkları o göz yakıcı ışık hüzmesiydi; fazla gelen ışığın yarattığı o huzursuzluk, can sıkıntısıydı.

Tüm bu boş ve uçsuz mekânın zamandan nasıl kopabildiğini görmek, rasyoneliteye olan başkaldırısını hissetmek ve zamana karşı yarattığı protestonun detaylarına dalmak kişiye sahiden saatlerin erimesinin mümkün olduğunu açıkça vurguluyor. Bu yüzden, zamanı çoktan aşmış olduğunu söylemek hiç yanlış olmazdı.

Ya siz, zamanın göreceli duvarlarını aşabilir misiniz?

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.